ads

Her konuda olduğu gibi bu sporda da olması gereken, olması beklenen, bu sporun temel taşlarını oluşturan bazı prensipler var. Fakat birçok şeyin aksine bunlar pek kitaplarda, dergilerde okuyarak öğrenilecek kavramlar değiller. Aslında öğrenmenin en doğal şekli yollara, patikalara, dağlara tepelere çıkmak ve sizden daha deneyimli olanlarla birlikte koşarak bu kavramları yaşayarak öğrenmek.

Bu bağlamda böyle bir konuyu yazı ile açıklamaya çalışmanın çok kolay olmadığının ve belki de bazı yanlış anlamalara yol açabileceğinin gayet farkındayız. Ancak bu spor Türkiye’de daha çok yeni, gelişmekte olan bir spor ve henüz oturmuş bir kültürü yok. Açıkçası bizler de zaman zaman canımızı sıkan bazı durumlarla karşılaşıyoruz ve bu kültürün henüz oluşmadan yozlaşmasını istemiyoruz. Bu yüzden de önemli olduğunu düşündüğümüz konulardaki fikirlerimizi birkaç başlık altında belirtmeyi uygun bulduk.

1- Alçak gönüllülük Bizce bu sporu uzun vadeli olarak yapanların ve önemli noktalara gelenlerin hemen hepsinde görülecek ilk özelliklerden biri alçak gönüllülük. Bu kişiler her zaman kendisinden daha hızlı ve daha uzun koşan biri olduğunu bilirler. Daha önemlisi verilen mücadelenin kendisiyle ve sadece kendisiyle olduğunu öğrenmişlerdir. Evet, herkes elinden gelenin en iyisini yaparak sıralamada yükselmek ister ama tek ölçüt olarak sıralamayı alırsanız yanılırsınız. Çünkü yarışa katılanların kim olduğunu ve onların o gün nasıl performans göstereceğini kontrol edemezsiniz. Kontrol edebileceğiniz tek şey kendi kafanızdaki olumsuz düşüncelere karşı vereceğiniz mücadele ve elinizden gelenin ne kadarını yapmış olduğunuzdur.

Tecrübelerimize dayanarak şunu söyleyebiliriz ki, bir yarışı ön sıralarda bitirmek kuşkusuz güzel bir duygu ama saatlerce kendinize ve kafanızdaki seslere karşı mücadele ederek, hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken karanlık tünellerde adım adım ilerledikten sonra gün ışığına ulaşmak daha da güzel. İkincisinin verdiği tatmin duygusu daha kalıcı ve sağladığı tecrübeler çok daha öğretici. Kendinize güvenmek ve gösterdiğiniz aşama ile gurur duymak ise tamamen başka bir konu ve bizce bunda hiçbir problem yok. Biz bunu sessizce kendine güven duyma olarak görüyoruz. En zor durumlarda bile işin içinden çıkabileceğine dair kendine inanmak ama yeterli özenin gösterilmediği kâğıt üzerinde en kolay görünen durumların bile büyük sorunlara yol açabileceğini öngörmek.

Zaten bu aşamaya gelenler sürekli kendilerini överek pohpohlamak zorunda hissetmiyorlar. Yaptıkları işler kendileri adına konuşuyor. Belki ilk bakışta çok bağırıp çağıranlar gibi sesleri her zaman en uzağa ulaşmıyor gibi gözükse de eninde sonunda ulaşması gereken yerlere ulaştığına inanıyoruz. Çünkü işin içinde olanlar neyin ne olduğunu biliyorlar. Özetlersek, uzun mesafelerin kendini beğenmiş ve büyük egoya sahip kişiler dâhil her türlü karakteri eninde sonunda hizaya getireceğini düşünüyoruz.

Bu sporun ciddiyet, disiplin, planlama ve analitik düşünme gerektirdiğine gönülden inanıyoruz ama diğer taraftan da kendini fazla ciddiye alanların, dünyanın kendi çevresinde döndüğünü zannedenlerin uzun soluklu olacaklarına inanmıyoruz. Zaten örneğini de pek bulamazsınız. Yaptığımız şey altı üstü koşmak ve sonunda kimin bu sporda kalıcı olacağına egomuzun büyüklüğü değil yollar ve patikalar karar veriyor.

Saygı

Saygı çok geniş bir kavram ama bir o kadar da önemli bir konu. Sanırız her şey kendine saygı duymakla başlıyor. Kendisine saygısı olanın çevreye, doğaya, birlikte koştuğu yarışmacılara, organizatöre ve gönüllülere de saygısı olur. Doğaya saygı: Uzun mesafe koşan birinin işleyebileceği en büyük günahlardan bir doğaya çöp atmaktır. Hepimiz bazı hatalar yapıyoruz, ama bilerek ve farkında olarak çöp atmak hiçbir durumda (bunun içinde onlarca saat koşup çok yorgun olmak da var) kabul edilemez. Çöpünü torbaya koyup atmaktan bile aciz olan standart bir piknikçiden farkımız olmayacaksa hızlı veya uzun koşmuşuz neye yarar gerçekten bilemiyoruz.

Diğer koşuculara saygı: Birlikte yarıştığın kişilere saygı duymak ise hangi sürede bitirirse bitirsin elinden gelenin en iyisini yapan kişinin diğerinden farkının olmadığını anlamakla başlıyor. 10 saatte bitiren de acı çekiyor, 15 saatte bitiren de. Bugün 10 saatte bitiren, yarın bir sorun yaşadığında 15 saatte bitirebilir, bu mesafelerde hiçbir şeyin garantisi yok. Organizatöre saygı: Toplum olarak çok eleştiren ama doğrusunu yapmaya da pek yanaşmayan bir yapımız olduğu bir gerçek. Koşu camiası genel olarak bizce toplumun diğer kesimlerine göre bu alanda daha bilinçli ama yine de bazen doğru ve yanlış eleştiri arasındaki farkı gözden kaçırıyoruz. Öncelikle bir organizatörü “neden yarışta şu yoktu” diye eleştirmek doğru eleştiri değil.

Doğru eleştiri, vaat ettikleri ile sundukları arasındaki fark üzerinden yapılmalı. Örneğin, zaten tişört verme vaadinde bulunmamış bir yarışı, yarıştan sonra tişört vermediği için eleştirmek yerinde olmaz. Tam olarak hakkını vererek bir yarış organize etmek kolay değil. Spor kültürü olmayan bir ülkede yarış organize etmek ise hiç kolay bir iş değil. Birçok konuda yerel yönetimlere ve onların vereceği sözlere bağımlısınız. Gönülden destek verenler olduğu gibi son günde sözlerini değiştirenler de var. Bu yüzden bir sorun yaşandığı zaman büyük bir tepki vermeden olayın kökenini öğrenmeye çalışmak önemli.

Tabii son kullanıcı her zaman bitmiş ürünün kalitesine bakar, bu yüzden “beğenmiyorsanız gelip siz yapın” demek de bizce doğru bir yaklaşım değil. Çünkü nasıl 100 milyon dolarlık bir filmi eleştirmek için daha önce bu filmlerden birkaç tane yönetmiş olmak gerekmiyorsa veya hastanın karnında makas unutan doktorun yanlış yaptığını söylemek için tıp fakültesi bitirmiş olmaya gerek yoksa vaat edilen ama sunulmayan büyük bir eksikliği söylemek için de yarış organize etmiş olmak gerekmez. Ancak aradaki fark şu, özellikle patika yarışları ve ultra maratonların Türkiye’de daha 3 yıllık bir geçmişi var.

Zevkler ve renkler bir yana, bir filmin iyi veya kötü olduğunu söylemek için en azından karşılaştırma yapabilecek sayıda çok ve çeşitli film seyretmiş olmak gerekir. Bu konuda çok iddialı yorumlar yapmak için henüz yeterince film seyredilmedi. Bu yüzden de patika ve ultra maratonlar hakkındaki birçok eleştiri yol yarışları temel alınarak yapılıyor. Ultra maratonların kendine yeterlilik veya kısmi kendine yeterlilik prensibi ile yapıldığı unutuluyor. Kimsenin sırtınızı sıvazlamasını beklemeden, kendinize karşı, kendiniz için yarışın. Bir de tabii spor ahlâkı ile doğrudan bağımlı olan saygısızlıklar var.

Örneğin, geçtiğimiz yıllarda bir patika yarışında işaretleri takip etmek yerine yanlış yola sapan, en öndeki atleti takip eden 5-10 kişilik bir yol koşucusu grubu, yarışı arkalarda bitirmelerine rağmen kendilerinin birinci ilan edilip para ödülünü almaları gerektiği iddiasıyla bir saatten fazla süre boyunca itiraz edip ödül töreninin yapılmasını engellemeye çalışmışlardı. Bu da herhalde dönüp dolaşıp kendine saygısı olup olmamaya geliyor. Sonuç olarak bir yarışın mutlaka sağlaması gereken bir şey bize göre yok. Dünyada her türlü yarış var. İşaretleme olmayanından tutun, başlarken mesafesini yarışmacılara söylemeyenine kadar. Önemli olan yarışın özelliklerini yarış öncesinde olabildiğince detaylı şekilde duyurmak ve vaat edilenleri yerine getirmek. Şartlar hoşuna giden katılır, gitmeyen katılmaz. Yapacağını söylediklerinden bazıları yerine gelmediyse burada da üslup ve eleştirinin biçimi önemli hale geliyor.

Biz bu işe gönül vermiş hiçbir organizatörün mantıklı ve düzgün bir üslupla yapılan eleştiriden rahatsız olacağına inanmıyoruz. Bu eleştiriler bir sonraki yarışı daha iyi hale getirmek için büyük bir fırsat. Vaat edilenler gerçekleşmediyse bunlar yapıcı bir şekilde dile getirilmeli. Bu arada olumsuzluklar kadar olumlu yanları da söyleyerek neyin doğru yapıldığını da belirtmemiz gerek.

Gönüllülere saygı: Birkaç yarışta gönüllülere kızıp bağıranlar olduğunu duyduk. Bu bizi çok rahatsız eden bir konu. Şu ana kadar katıldığımız hiçbir yarışta bir gönüllü kasıtlı olarak bizi zora sokacak bir harekette bulunmadı, bulunacağına da inanmıyoruz. Tabii ki bazıları daha tecrübeli olduğu için koşan kişinin neye ihtiyacı olduğunu daha iyi anlıyor, bu gayet normal. Hepimiz gibi gönüllüler de hatalar yapabilir, böyle bir durumda bize düşen birkaç şey var: Birincisi yanlış olduğunu düşündüğümüz bir durum varsa bu konular yarıştan sonra yarış direktörüne bildirilmeli. Sonuçta gönüllüleri belirleyen ve onlara neler yapmaları gerektiği konusunda bilgi vermesi gereken kişi o.

İkincisi koşanlar, yarışlarda daha fazla gönüllü olmalı ve tecrübelerini bu konuda yeni olanlara aktarmalı. Bizim gönüllü olarak görev aldığımız yarışlardaki gözlemimiz, bu işi yapanların hepsinin iyi niyetle ve candan yaptığı. Zaten başka türlü kimse saatlerce kendi boş vaktini bu işe ayırmaz. Ama doğal olarak bitkin ve dikkati dağılmış şekilde gelen koşucuların neye ihtiyacı olduğunu her zaman bilemeyenler olabiliyor (Şunu da söylemek gerekir ki kendisi hiç koşmayan ama işini mükemmel yapan gönüllüler de var).

İznik ve Çekmeköy’de artık iyice tecrübe kazanıp profesyonelleşen ekipler var. En son Kars Ultra Maratonu’nda daha önce hiç böyle bir görev yapmamış öğrenciler bu görevi üstlendi. Yarış öncesinde yaklaşık 50 kişilik bu gruba, uzun mesafe koşucularının fiziksel ve zihinsel durumları ve beklentileri üzerine bir brifing verildi. Sanırız yarışı koşan herkes bunun ne kadar başarılı sonuç verdiğini görmüştür. Kısacası, bu işin gelişmesi için hepimize görev düşüyor. Koşmadığımız yarışlarda daha fazla gönüllü olarak tecrübelerimizi aktarmalı ve bu kültürün oluşmasına katkıda bulunmalıyız.

3-Doğruluk Son dönemlere kadar Türkiye’de insanların birçoğu bu sporu amatör bir yaklaşımla sürdürüyordu. Yavaş yavaş bu konuda deneyim kazananlardan bazıları profesyonel olarak var olmaya karar verdiler. Dolayısıyla şu anda uzun mesafe koşanlar ve/veya dayanıklılık sporları ile uğraşanlar amatörler ve profesyoneller olarak ayrışmaya başladı. (Profesyonelden kasıt, bir şekilde bu uğraşı üzerinden hayatını kazanmak veya gelir elde etmek.)

Her iki kategorinin de bu uğraşı konusunda doğruluğu elden bırakmaması önemli. Ancak profesyonel olmaya karar vermiş kişilerin bu konuda daha hassas olmaları gerektiği aşikâr. Peki, doğruluk derken tam olarak neyi kastediyoruz? Öncelikle bu sporla az da olsa ilgilenmeye başlamış herkes sporun terimlerini, kurallarını ve kategorilerini, yarışlarının mesafe ve zamanlarını öğrenmiştir. Örneğin bütün uzun mesafe koşucuları “maraton koştum” demek için en az 42 km 195 metre koşmuş olmak gerektiğini bilir. Sadece bu konuya uzak olan kişiler Avrasya Maratonu’nda 15 km kategorisinde koşmuş biri için “arkadaşım maraton koştu” gibi yanlış bir ifade kullanır. Doğruluğun bu spordaki önemini kavramış hiçbir uzun mesafe koşucusu yarı maraton mesafesi koştuktan sonra maraton koştuğunu iddia etmez. Bu tip sorunlar tek isim altında toplanmış yarışlar topluluğu içeren organizasyonlarından kaynaklanıyor.

Örneğin 7 gün boyunca süren ve yiyecekten giyeceğe ve uyku tulumuna kadar bir haftalık her türlü malzemenizi sırtınızda taşıdığınız Likya Yolu ve Run Fire Cappadocia Ultra Maratonlarında bir de ayrıca 4G ve 6G kategorileri bulunur. Bunlarda sadece o gün için gerekli olan yiyeceğinizi taşır ve daha kısa mesafeler koşarsınız. Ayrıca yemeklerinizi de organizasyon sağlar. Bunlar da kuşkusuz kendi içinde zorluklar barındıran yarışlardır ama ana yarış ile aynı kategoride değerlendirilmezler. Dolayısı ile 4G veya 6G’yi bitiren birisinin “Likya Yolu Maratonu’nu koştum” demesi spor etiğiyle bağdaşmaz. Doğrusunun nasıl yapılacağına dair olumlu bir örnek UTMB (Ultra Trail du Mont Blanc) organizasyonu için verilebilir.

Sıralamanın tutulmadığı 300 km’lik PTL dışında bu organizasyonda OCC (53 km, +3300 m), CCC (100 km, +5950 m), TDS (119 km, +7250 m) ve UTMB (168 km, +9600 m) yarışları yapılır. İznik 80K’da +1800m, Çekmeköy 60K’da +1600m tırmanış olduğunu düşünür ve bunun üzerine Alplerdeki zemin, hava ve yüksek irtifa şartlarını eklerseniz, kağıt üzerinde göreceli olarak en “kolay” görünen OCC’nin bile Türkiye’deki yarışlara göre ne derece zorlu olduğunu görebilirsiniz. Bunlardan herhangi birini bitirmek zaten başlı başına önemli bir başarıdır. Bu yüzden de yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için herkes hangi yarışa katıldığını özellikle belirtir. Maraton mesafesi 42 km 195 metredir ama ölçüm hataları, bu hatalar için önceden alınan önlemler, koşanların izlediği farklı çizgiler, GPS destekli veya adımsayarlı cihazların ölçüm hataları gibi nedenlerle yarışları bitiren koşucular parkuru farklı farklı ölçerler.

Çok büyük olasılıkla da fazla ölçerler. (Bunun nedenleri ile ilgili şu detaylı yazıya göz atabilirsiniz.) Son zamanlarda bazı maraton bitirmiş kişilerin başlangıç ve bitiş arasında geçirdikleri süre yerine bu süreyi 42 km 195 metreye normalize ederek maraton derecelerini duyurduklarına şahit oluyoruz. Bunun bu sporun ruhuyla bağdaşmadığını anlatmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Zaten bitirmenin bile başlı başına çok büyük bir meydan okuma olduğu bu yarışın sonuçları üzerinde bu tip küçük hesaplara girişmek kendini kandırmaktır. Bir yarışı bitirme süresi organizasyonun veya hakemlerin ölçtükleri başlangıç ve bitiş çizgisi arasında geçen süredir.

IAFF kurallarına göre ölçümü yapılmış bir parkurda maraton koşarken kolunuzdaki saatin 40km veya 45km göstermesi kimseyi bağlamaz. Sonucu eğip bükmek kimseye fayda sağlamaz. Bir kez daha belirtmek gerekir ki bu söylenilenler koşuya yeni başlamış, bu hataları farkında olmadan ve gerçekten bilmediklerinden yapanlar için değil. Bu satırların yazarlarının da geçmişte mutlaka benzer hataları olmuştur ancak artık bunları öğrenmiş birisinin bu konulara özen göstermesi beklenir.

Bir başka konu da insanların kendileri için kullandıkları sıfatlar. Bırakın sıfatları başkaları sizin için belirlesin ve kullansın. Sizin kendinize sıfat üretmeye ihtiyacınız yok. Alçak gönüllülük başlığında da bahsettiğimiz gibi yaptığınız işler sizin adınıza konuşsun. Bir maraton koşmak bile insanın maratoncu gibi hissetmesine neden olur ve çok güzel bir motivasyondur ama alçak gönüllü ve doğru koşucu kendini böyle tanıtmaz. Çok daha zor olan ve sınırları neredeyse sonsuza uzayan ultra maraton koşuculuğu sıfatı daha da fazla özen ve dikkat gerektiriyor. Maraton mesafesinden uzun her yarışa ultra maraton deniyor ancak bir kere 45 veya 50 km koştuktan sonra kendisini ultra maratoncu diye lanse eden birini bu sporun içindeki hiç kimse saygıyla anmaz.

Siz sevdiğiniz veya iyi olduğunuz sporu yapın, yarışlara katılın, zamanı geldiğinde zaten yaptıklarınızdan dolayı insanlar sizden gereken şekilde söz ederler. Uzun mesafe koşucusuysanız katıldığınız yarışları istatistiksel olarak tutmak istersiniz. Dönüp baktığınızda hangi tarihte hangi yarışı nasıl koştuğunuzu bilmek size güç verir. Yeni meydan okumalar için size destek olur, hatta veri sağlar. Bu verileri insanlarla paylaşmak da başka bir motivasyon türüdür. Bunda garip bir şey yok. Ama bunu yaparken olabildiğince gerçeği yansıtmak gerekir. Bir yarışı bırakmak zorunda kalmak yeterince uzun mesafe yarışı koşan herhangi birinin eninde sonunda başına gelebilecek gayet doğal bir durumdur. Herhangi bir nedenle bitiremediğiniz bir yarışı (elinden geleni yaptığı halde sakatlık veya benzeri bir nedenle yarış bırakmak utanılacak bir şey değildir) “katıldığım yarışlar” listesine koymak hem sizi hem de bunu okuyacak başkalarını yanıltacaktır. Bir başka örnek de yarışı kaçıncı bitirdiğini yazmakla yetinmektir.

Özellikle ultra maraton yarışları çok değişken olduğundan (aynı yarışın bile farklı tarihlerde zorluğu değişebildiğinden) yarış sonucu verisini olabildiğince detaylı belirtmek doğru olacaktır. Aslında bu konuda yapılacak şey basit: yarışın adı, tarihi, koşulan kategori adı ve mesafesi, resmi bitirme süresi (bitirilmediyse DNS, DNF veya DSQ gibi detaylı gerekçe – sırasıyla başlamadı, bitirmedi, diskalifiye), kaç kişi içinde kaçıncı olduğu bilgilerini yazmak uygun olacaktır. Siz yarışlarınızın sonuçlarını bu detayda ve bu bilgilerle tutun, paylaşın, bırakın gerisini insanlar düşünsün. 4- Geri vermek Uzun mesafe koşularının ülkemizde fazla uzun bir geçmişi yok. Bundan 4-5 sene önce ne bu kadar yarış vardı ne de bu işe meraklı koşucu. O zamanlar ultra maraton koşmak, aslında bu iş becerebilecek seviyede çoğu koşucu için bile çok uzak bir kavramdı.

Son senelerde bu işe gönül vermiş koşu sevdalıları sayesinde düzenlenen yarışlar arttı, katılımlar çoğaldı, yurt dışına ultra koşmaya gidenlerin sayısı arttı, bu konuda çok yazılır çizilir ve konuşulur oldu, ayakkabısından çantasına ultra maratona özel birçok malzeme ayağımıza gelir oldu. Kısaca ultra maratona bakış değişti. Şu anda ultra maraton koşmaya heves eden, merak salan birisi geçen senelere göre gerekli bilgiye, malzemeye çok daha kolay ulaşıyor, katılabileceği birçok yarış bulabiliyor. Bunun altında yatan sebeplerden birinin bu işe gönül koymuş kişilerin yıllar boyu paylaşımları olduğunu düşünüyoruz. Bilgilerimizi, deneyimlerimizi, hevesimizi, motivasyonumuzu paylaştıkça bu iş katlanarak devam edecektir.

Bir yarışta beraber koştuğumuz insanları rakip olarak görüp, her anlamda önlerine geçmeye çalışmak yerine bu işi beraberce yürütmeye çalışırsak aslında tek başımıza katedebileceğimiz mesafelerin çok daha fazlasını hak edeceğimizi görebiliyoruz. Unutmamak lazım ki hepimiz koşmaya başladığımızda bir şekilde dışarıdan beslendik, birilerine muhtaçtık. Bu bazen beraber koşacak bir gönül dostu, bazen yol kenarında hiç tanımasa da bizi alkışlayan bir seyirci, bazen de kitaplarını veya internette yazdıklarını okuduğumuz tecrübeli bir atletti. Ne seviyede olursak olalım bunları hatırlamalı ve bu anlamda arkamızdan gelenlere destek olmalıyız.

Bu iş paylaşım ve beraberlik işidir, ultra maraton mücadele ve ölüm kalım savaşından çok beraberlik ve uyumdur, ister diğer koşucularla deyin, ister doğa şartları ile. Zamanında aldığımız her şeyi aynı şekilde geri verebilmeliyiz. startDip not: “Burada yazılan hiçbir şey mutlak değildir, bu yazıyı yazanlar da kural koyucu, uygulayıcı veya etik düzenleme kurulu değildir. Amaç doğru bildiklerimizi aktarmak ve ülkemizde henüz yeni gelişen bir kültürün yozlaşmadan büyümesine yardımcı olmaktır. Bunlara katılmayanlar olacaktır, karşıt düşüncelere de saygımız vardır .”

ads
error: Emek Hırsızlığına Karşı Site Koruma Altında !!